HİERAPOLİS’TE TÜRKLER VARDI

Ev / Genel / HİERAPOLİS’TE TÜRKLER VARDI

HİERAPOLİS’TE TÜRKLER VARDI

Hierapolis’te Bir Türk Damgası

Bu yazımızda Hierapolis’teki mevcut Kibele tapınağında bulduğumuz “EM-AM” Türk damgasını sizlere tanıtacağız. Bu Türk damgasını tanıtmadan önce Hierapolis ve ana tanrıça Kibele hakkında kısa ve öz bir bilgi vererek yazımıza başlayalım.

Bugünkü adıyla Pamukkale olarak bilinen Hierapolis Denizli ilinin 18 km kuzeyinde yer alan antik bir kenttir. Kaynaklara göre kent, M.Ö. 190 yılında Bergama kralı II. Eumenes tarafından kurulmuştur. M.Ö. II. Yüzyılda Roma egemenliğine giren Hierapolis, daha sonra Bizans döneminde de merkezi önemini korumuştur. M.S. 80’li yıllarda Hz. İsa’nın havarilerinden olan, Aziz Philippus’un burada öldürülmesi olayı, Hıristiyanlar için kenti daha da kutsal hale getirmiştir. Herapolis’in XII. yüzyılda Türklerin egemenliğine geçtiği söylenmektedir.

Kentin adını, Bergama’nın kurucusu Telephos’un karısı Amazonlar kraliçesi Hiera’dan aldığı bilinmektedir. Hierapolis’in bünyesinde birçok tapınak ve dinsel yapı barındırması onun “kutsal kent” olarak anılmasına yol açmıştır. Arkeoloji literatüründe Hierapolis’in bu şekilde anılmasında şüphesiz ana tanrıça Kibele tapınağının bulunması da mühim bir rol oynamıştır diyebiliriz. Bazı kaynaklar Hierapolis’in bir Frigya kenti olduğunu ileri sürerler.

Ana tanrıça Kibele, Anadolu’daki birçok halk için bereketi, bolluğu, verimliliği, çoğalmayı simgelemektedir. Taşıdığı bu nitelikleri ile ana tanrıça Kibele aslında toprağın ana simgesidir. Kibele sadece toprağın değil, yırtıcı hayvanların koruyucusu ve vahşi doğanın da simgesi konumundadır. Toprak, doğanın kendini bitimsiz olarak yenilemesinde nasıl ki rol oynuyorsa anaerkil toplum düzeninin egemen olduğu kültürlerde de erkek değil, bilakis kadın; üremenin ve çoğalmanın asıl kaynağı olarak kabul görmüştür. Bu kabul, zaman içerisinde özellikle Batı toplum düşüncesinde kadının doğa ile erkeğin de kültür ile özdeşleştirilmesi anlayışını beraberinde getirmiştir.

Kibele inanç kültürünün ilk hangi uygarlığa ait olduğu hususunda farklı görüşler mevcuttur. Bazı kaynaklara göre Kibele’nin ana tanrıça olarak tarih sahnesinde yer alması Frig dönemine denk gelmektedir. Bazı kaynaklar ise Kibele’nin esasta Sümerlerin tanrıçası olduğu ve daha sonra buradan Anadolu’ya geçtiği yönünde farklı görüşler ileri sürmektedir. Bununla ilgili bir diğer tartışma ise geç Hititlerdeki Kubaba adlı tanrıçanın Friglerin tanrıçası Kibele (Kubileya) ile aynı olup olmadığı hakkındadır. Avrupa merkezli siyasal düşüncede her ne kadar bir mitolojik öğe olarak Kibele, Grek kültürüne mal edilse de aslında Kibele’nin Grek kültürüne geçişi sonraki tarihlerde mümkün olacaktır. Bununla ilgili mitolojik öyküye göre Kibele, Tanrı Zeus’u Girit’te doğuracaktır. Bazı mitolojik öykülerde ise Zeus’un Kadmos (Honaz) Dağı’nda doğduğuna dair bilgilere rastlanmaktadır.

Hierapolis’teki mevcut Kibele tapınağında bulduğumuz kazılı “EM-AM” damgası bir Türk damgası olarak bilinmektedir. Damgalar, yazılı tarih öncesi bir kimlik ifadesinin ve bir varoluşsal mücadelenin sembolik anlatımıdır. Bir anlamlandırma sistemi olarak damgalar, bir toplumun kendi kendisi hakkındaki bilincini temsil etmektedir. Bu yönüyle damgalar, sadece toplum için değil, bireyin evreni sosyo-kültürel açıdan da yeniden anlamlı kılmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu nitelikleri ile damgalar, Türk toplulukları için adeta bilişsel bir rehber işlevini görmüşlerdir. Damgalar, yazılı tarih öncesi Türk sözlü tarihinin temel sembolik basamaklarıdır. Bilimsel açıdan bir sembolün-simgenin algılanması ve yorumlanması, tarihsel ve toplumsal olarak ele alınmayı gerektirir. Yalnızca kutsal olanı değil, yaşamın tüm yönlerini kucaklayabilme yönlerinden dolayı damgalar, toplum ve zaman değişimi açısından da elbette ele alınmayı gerektirir. Damgaların bilimsel açıdan yorumlanması ve farklı kültürlerde geçirdiği anlam değişimi, bu yazının sınırlarını aşan derinlikte olup disiplinlerüstü bilimsel çalışmaları gerektirecek boyuttadır.

Kibele tapınağında bulduğumuz kazılı “EM-AM” damgası kadim Türk abecesinde yer almaktadır. Hem sesli hem de sessiz damgalarla kullanılabilen ve bize doğrudan “EM-AM” sesi veren bu damgamızın fotoğrafta gördüğünüz Anadolu varyantı, genelde “Kuzey Kafkasya ve Volga” yakınlarında sıkça “Yenisey ve “Orkun” bölgelerinde ise daha az kullanılan şeklidir. Fotoğrafta da gördüğünüz gibi bir yazı değil de tek bir damga olarak kullanılması, bunun “bir boya ya da sülaleye” ait olduğu izlenimini verdiği gibi aynı zamanda ana Tanrıça Kibele’nin Türk abecesinde sembolik bir anlatımını da ifade etmektedir. Yukarıda belirttiğimiz gibi ana tanrıça Kibele, dişiliği ve doğurganlığı da temsil etmektedir. Her ne kadar bu damganın kökeni hakkında bilimsel doyuruculuğu olan ayrıntılı incelemeler yapılmamış olsa da eldeki mevcut çalışmalar doğrultusunda şu bilgileri verebiliriz: Türklerde Kıpçak ve Oğuzlarda kadının dişilik organına “EM” denilmektedir. “UM-AY” ise hem “doğum ve bereketin” sembolü hem de “yakın zamanlarda doğan çocuğun eşi-sonu” (Kaşgarlı Mahmud – Dîvânu Lugâti’t-Türk) olarak da adlandırılmıştır. “EM”, “EMME”, “EMİK”, “MEME” gibi kadınlığı işaret eden sözcükler de bu kökenin doğrudan “kadın, doğum, bereket” ile ilgisi olduğunu göstermektedir. Damganın şekilsel betimlemesinde kadının dişilik organını hatta daha genel anlamıyla ana rahmini ve doğumu simgelediği anlaşılmaktadır. Bu yönüyle bu damga, Türklerin yaratılışı nasıl anlamlandırdığı ve yorumladığı konusunda da ayrıca bilimsel tartışmaları gerekli kılmaktadır. Genel olarak Türkler yaratılışı ve çoğalmayı, bazı kültürlerde ve inanç kalıplarında olduğu gibi heykeller ve kabartmalarla değil, damgalar aracılığıyla anlatmak ve yorumlamak tercihinde bulunmuşlardır. Özetle Türkler, görsel anlatımlarla değil, kazılı damgalarla daha soyut bir sembolik anlatımla varoluşu anlama ve yorumlama çabası içerisinde olmuşlardır diyebiliriz.

Uzun yıllar dağlarda yaşayan ve geçimini hayvan otlatmakla sağlayan Frig halkı için Kibele (Kubileya)’nin taşıdığı anlam ile aynı koşullar altında bozkır kültüründe bir uygarlığa imza atan ve bu uygarlığın bütün izlerini bitimsiz fetih ruhuyla dünya kıtalarına salan Türklerin bu “EM-AM” damgasının içerdiği anlamın örtüşmesi hayli ilgi çekicidir. Hierapolis’teki Kibele tapınağında kazılı bulduğumuz “EM-AM”, Türk damgasının ne zaman hangi tarihte bu tapınak üzerine kazınmış olacağı ayrıca bir tartışma konusudur. Millatan önceki yüzyıllarda birçok topluluk için bir ana tanrıça olarak kabul edilen bu tapınağa Türkler niçin bu damgayı kazımak ihtiyacını duymuşlardır? Aktardığımız anlamı ile damganın buraya kazınması, tanrıçanın “Türkçe” yeniden anlamlandırılması eyleminin de ötesinde bu bölgenin Türk egemenliğinde oluşunu ifade etmekte midir? Nihayetinde yukarıda bahsettiğimiz gibi bu damga, Türk varoluşunun özünü de temsil etmektedir. Bu sorular elbette Türklerin Anadolu’ya aslında “bize öğretilmiş” tarihin daha da öncesinde gelmiş oldukları tezini göz önünde bulundurmayı gerekli kılmaktadır. Yıllardır ideolojikleştirmiş bilimin bize gülümseyerek ezberlettiği Anadolu’ya dair Roma ya da Grek tezinin artık etik-bilimsel veriler ışığında Türk bilim insanları tarafından ele alınması gereğini hatırlatmak isteriz, daha da gecikmeden… Çünkü geleceğin tarihi, geçmişin izlerindedir.


Hakkında Ümit Şıracı

İlginize teşekkürler


kepekler-ilicasi-camurda-ve-70-derece-isida-yasiyan-baliklari

Bilinmeyen tarihin sıcak iklimi ILICA da hayat.

  Balıkesir, Susurluk, Ilıca boğazı  ılıcası antik dönemden itibaren insanlığın kullandığı bir sıcak çamur banyosudur, …


belkiz-kizikos-lidya-kurt-donuna-burunmus-tamgali-altin-para

Mysia Kyzikos-Erdek Belkıs yönetim şehrinde paralarda tarih ve tamgalar

Kyzikos, günümüz Marmara Bölgesi’nde Balıkesir İli sınırları içinde, Marmara Denizi kıyısında, çok eski adı Arteka …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


 


*


Hakkında antikor