KAYNAYAN KAZAN ORTADOĞU VE HAFIZADA KÜLLENENLER………!
Ortadoğu kavramı yakın çağda ortaya çıkmasına pek çok farklı kapsamlarda kullanılmıştır. Bu yüzden Ortadoğu teriminin açıklanması güçtür.1
Farklı kaynaklarda ilk olarak 17. yüzyıl veya 20. yüzyılda İngilizler tarafından kullanılmaya başlandığı ifade edilse de yazılı olarak ilk kez Amerikan deniz tarihçisi Alfred Thayer Mahan tarafından kullanılmıştır.2
Mahan, 1902 yılında yayınlanan National Review’de Basra Körfezi’ni anlatırken ele aldığı “The Persian Gulf and International Relations” başlıklı yazısında Arabistan ile Hindistan arasında kalan bölgeyi açıklamak için Ortadoğu kavramını kullanmıştır.3
Daha sonra bu terimi yazılarında kullanan The Times yazarı Valentine Chirol, Basra Körfezi’nin önemini vurgulamak için “Ortadoğu Problemleri” başlıklı yazılar ele almıştır. Bu yazılarında bölgeye Almanların demiryolları ile müdahale ederek İngilizlerin çıkarlarını kötü yönde etkileyebileceklerini anlatmıştır.4
Ortadoğu’nun neresi olduğu, sınırlarının nereden geçtiği ve hudutlarının tartışmalı olması bu kavramın tanımlanmasını güçleştirmektedir. Avrupa merkezciliğini anlayışının bir sonucudur bu. Ortadoğu teriminin bu şekilde kullanılmasında Avrupalı ve Amerikalı yazar ve düşünürlerin etkisi de görülmektedir.
İngilizler, bu kavramı “Ortadoğu” (Middle East) olarak kullanırken Amerikalılar daha çok “Yakındoğu” (Near East) şeklinde kullanmışlardır.5 Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar da ve bu kuruluşların yayınlarında Amerikan etkisi görülmüş ve daha çok “Yakındoğu” veya “Batı Asya” terimleri kullanmışlardır.6
Ortadoğu terimi fiziki coğrafya olarak kendi içinde tutarlı ve kullanım itibariyle farklı bakış açıları için geçerli bir kriterler bütününün içermemektedir.7 Bu yüzden Ortadoğu kavramının farklı anlamlarda kullanıldığı görülmektedir. Örneğin ABD eski Dışişleri Bakanlarından J. Foster Dulles Ortadoğu’yu Libya, Pakistan, Türkiye ve Suudi Arabistan arasında kalan bölge olarak tanımlamıştır.8
Fransız siyasi görüşü ise Ortadoğu’yu Türkiye-Arap yarımadası ve İran ile sınırlı tutmuş, Kuzey Afrika’yı bu tanım içine almamıştır.9
Bölgenin sınırları bu kadar farklı yorumlar içermesine rağmen bazı ortak özellikleri barındırmaktadır Ortadoğu denince dinsel anlamda Müslümanların etnik anlamda Türk, Arap ve Farsların yer aldığı bir bölge akla gelmektedir. Bundan başka dini bazda Yahudilik ve Hıristiyanlığın, etnik olarak Kürtlerin ve Yahudilerin bölge içinde etkin rolleri bulunmaktadır.10
Ortadoğu, kara altın, yani petrol bakımından dünya rezervlerinin yaklaşık %68’ini bulundurması ile dünya siyasetinde önemini artırmaktadır. 11 Ayrıca doğal gaz olarak da
zengin olan bölge dünya rezervinin % 40’ını barındırmaktadır. 12
Petrolün günümüz ekonomisinde bir enerji kaynağı olması ve dünyanın birçok yerinde bulunmaması nedeniyle değerini bir kat daha artırmaktadır. Sanayileşmiş ve sanayileşmekte olan birçok ülke enerjiye gereksinim duymaktadır. Bu enerji ihtiyacı şu an için daha çok petrolden sağlanmasından dolayı hem petrol hem de Ortadoğu dünya siyasetinde önemli bir yer edinmektedir. Sanayileşmiş ülkelerden Japonya petrol tüketiminin 2/3’ünü Batı Avrupa 1/3’ünü ve Amerika ise 1/10’unu Ortadoğu’dan ithal ettiği düşünüldüğünde dünya ekonomisi için petrolün ne kadar değerli olduğu ortaya çıkmaktadır.13
Ortadoğu, coğrafi olarak üç kıtanın yani Asya, Avrupa ve Afrika’nın kesişme noktasını oluşturmaktadır. Tarihin başladığından ulus devletlerin oluşumuna kadar birçok kez el değiştirmiştir. Sümerler, Asurlular, Babil Krallığı ve daha sonra bu bölgeye dışarıdan gelen Büyük İskender, Roma İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük güçlerin eline geçmiştir. Bu süreç ulus devletlerin kurulması ile bitse de; bu bölgede kurulan devletler arasındaki mücadelelerle savaşlar günümüze kadar gelmiştir.
ABD’nin Ortadoğuya şekil veren doktrinleri
Truman Doktrini
II. Dünya Savaşı, dünya siyasetinde birçok olguyu değiştirmişti. Dünya sahnesindeki güç odakları Avrupa’dan değildi artık: Biri Asya’da diğeri Amerika da idi.
Avrupa büyük bir yıkım yaşamış ve kendi sıkıntıları ile boğuşuyordu. Ortadoğu’da ise İngiltere ve Fransa’nın terk ettiği siyasi güç boşluğu vardı.
Dünya siyasetindeki yeni güç odaklarından olan Sovyet Rusya, tarihten gelen sıcak denizlere inme politikası çerçevesinde İran’da varlığını sürdürmeye çalışırken diğer taraftan Türkiye ve Yunanistan’da baskı kurmaya başlamıştı. Türkiye’den Doğu Anadolu’dan toprak isterken, Boğazlardan üs talep ediyordu. Yunanistan iç savaşında Komünistlere destek vermekteydi.14
Sovyetler Birliği böylece hem Ortadoğu’da hem de Doğu Avrupa’da yeniden söz sahibi olmak istiyordu.Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkan Monroe’nin aldığı kararla Avrupa iç işlerine karışmama ve izolasyon politikası I. Dünya Savaşı’nda terk edilse de karar uygulamaya devam etmiştir. Fakat bu politikadan Başkan Franklin Roosevelt döneminde çıkılmaya başlanmıştır. Başkan Roosevelt, 5 Ocak 1937’de saldırgan milletlerin karantinaya alınmasını teklif etmiş ve “Uluslararası dengesizlik ve anarşiden kaçış yok, ABD bunları görmezlikten gelemez” diyerek dünya siyasetinde ABD’nin yavaş yavaş yer alması için adımlar atılmıştır.15
ABD’nin Monroe Doktrini çerçevesinde aldığı izolasyon kararını II. Dünya Savaşı’ndan sonra tamamen terk ettiğini görmekteyiz. Özellikle Sovyet Rusya’nın Ortadoğu’ya ve sıcak denizlere inme çabaları karşısında ve İngiltere’nin bölgenin Batı çıkarları doğrultusunda korunması için ABD’ye verdiği notalar çerçevesinde izolasyon politikasının uygulanmayacağı ortaya çıkmıştır.16
Ortadoğu’da artan Sovyet Rusya baskısı karşısında Başkan Truman, 12 Mart 1947 tarihinde Kongre’de yaptığı konuşmada özgür insanların kendi ulusal bütünlüklerini saldırgan hareketlere karşı korumalarına yardım etmekte isteksiz davranıldığı takdirde
totaliter rejimlerin kendilerini zorla empoze edeceklerini belirtiyor ve ABD’nin politikasının özgür insanların iç ve dış baskılara karşı desteklenmesi doğrultusunda olması gerektiği ifade etmiş ve bu baskılarda karşı karşıya kalan ülkelere ekonomik ve mali yardım yapılmasının zorunlu olduğunu vurgulamıştır.17
Başkan Truman, bu çerçevede Kongre’den Yunanistan ve Türkiye’nin Sovyet baskısından korumak için yardım programının onaylanmasını istemiştir. Kongre, sonradan 400 milyon dolarlık yardımı Yunanistan ve Türkiye için onaylamıştır.18
22 Mayıs 1947’de Kongre’nin onayladığı yardımların 300 milyon doları Yunanistan’a, 100 milyon doları ise Türkiye’ye yapılması kararlaştırılmıştı. Truman Doktrini, esas itibariyle mali yardım içerse de, özelde ABD’nin izolasyon politikasının terk edildiğini ve kendi kıtasının dışında başka yerlere yardım yapılması ile ABD dış politikasının köklü bir değişime uğradığını göstermektedir.19
ABD, Sovyetler Birliğini çevreleme politikası gereğince kuzey kuşak ülkelerine yani Yunanistan ve Türkiye’ye mali yardımlarda bulunurken Arap devletleriyle de anlaşmalar yapıyordu. Bu doğrultuda 1947’de Suudi Arabistan’da bir üs kurma ve 1949’da Bahreyn’de liman kolaylığını sağlayan anlaşmalar yapmıştır.20
Eisenhower Doktrini
1950’lerin ilk yarısında Arap milliyetçiliği gelişmeye başlamıştı. Mısır’da Arap milliyetçiliğini ve toplumsal reformculuğu savunan Nasır, yönetimi eline geçirmiştir. Bunun üzerine Batılı ülkeler Mısır’a ekonomik yardımı kesmişti: Nasır, bu olaylardan dolayı 26 Temmuz 1956 tarihinde Süveyş Kanalı Şirketi’ni millileştirdiğini açıklamıştır. Nasır’ın bu hareketine ilk sert tepkileri İngiltere, Fransa ve İsrail vermiştir. Çünkü
Avrupa’ya Ortadoğu’dan giden petrollerin %75’i bu bölgeden geçiyordu. 31 Ekim’de İngiltere ve Fransa kanal bölgesini işgal etmiştir.21
Süveyş Krizi’nde Ortadoğu’da Sovyet etkisi artmıştır. SSCB’nin kriz sırasında Mısır’a tam destek vermesi Araplar üzerindeki prestijini arttırmıştır. Batı ülkeler ve ABD, Ortadoğu’da krizden sonra biraz güç kaybetmiştir. Bu boşluğu ise Sovyetler doldurmaya çalışmıştır. Bu ters etkiyi gören Başkan Eisenhower, Kongre’den kendisine şu yetkilerin verilmesini istemiştir;22
1-Bağımsızlığını korumak için ekonomik kalkınma çabası içine giren Ortadoğu ülkelerine ekonomik yardım yapmak.
2-Bunlardan isteyen ülkelere askeri yardım yapmak
3-Bu ülkelerin istemeleri şartıyla, “milletlerarası komünizmin kontrolü altında bulunan bu ülkelerden gelecek açık silahlı saldırılar karşısında” Amerikan silahlı kuvvetlerinin kullanılması.
Eisenhower, bu doğrultuda Kongre’den üç yıl süre ile her yıl 200 milyon dolar harcama yetkisi istemiştir. Kongre, 9 Mart 1957’de bu kararı oy çokluğu ile Senato’da 19 ret oya karşılık 72 oyla, Temsilciler Meclisi’nde ise 60 oya karşılık 350 oyla kabul edilmiştir.23
Eisenhower Doktrini, iki hususta Ortadoğu için önemli idi. İlki Amerika, Ortadoğu’daki etki alanını biraz daha geliştirmiştir. İkinci olarak ABD bu doktrin ile İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu’daki bıraktıkları boşluğu bizzat kendisi doldurmak üzere harekete geçiyor ve Sovyetler Birliği’nin karşısına çıkıyordu. ABD ile Sovyet Rusya Ortadoğu’da ilk defa karşı karşıya gelmeye başlamıştır.24
Eisenhower Doktrini ile Ortadoğu ikiye bölünmüştür. Başta Lübnan olmak üzere Pakistan, Irak, Türkiye, Yunanistan ve İsrail bu doktrini kabul etmişlerdir. Karşı çıkanlar ise Mısır ve Suriye oluştu. Daha sonra bu ikiliye Suudi Arabistan ve Ürdün’de eklenmiştir. Fakat birkaç hafta sonra Suudi Arabistan, bu doktrini iyi ve müspet bulduğunu ifade etmiştir.25
Nixon Doktrini
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki 20 yılda Amerika, dağılmış dünyanın parçalarını bir araya getirip, yeni bir uluslararası düzen kurmak için dünya liderliğine soyunmuştu. Avrupa’da ve Ortadoğu’da işler iyi gidiyordu. Fakat Asya’da komünizm gelişiyordu. Çin, komünist rejimi seçmişti. Bu yüzden zaten Kore Savaşı baş göstermişti. Daha sonra ise Fransa egemenliğinde olan Hindi çini yani Vietnam’da da yerel halk ayaklanmıştı. Yerel halkı ise komünistler destekliyordu. Fransa’ya ise ABD, askeri teçhizat yardımı yapıyordu. ABD’de ise bu savaşa girip girmeme tartışmaları yapılırken daha sonra atılan “Domino Teorisi” neticesinde Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) bu belgeyi resmileştirmiştir. Teoriye göre “bir tek Güneydoğu Asya ülkesinin kaybının bile geri kalanların da kolayca komünizme teslim olmasına neden olacağını varsaymakta idi.
Bunun üzerine ABD, Vietnam bataklığına girmişti.26
Nixon’ın politikası çerçevesinde Ortadoğu’da “İki Ayaklı” bir politika izlenmiştir. Buna göre ABD’ye yakın olan İran ile Suudi Arabistan’a silah transferleri arttırılmıştır.
Ortadoğu, ABD’nin kontrolünde bu iki devlet tarafından korunacaktı.27
Bu bağlamda İran, Körfez’in deniz ulaşımının güvenliğini ve sorumluluğunu üstlenirken Suudi Arabistan da Körfez monarşilerinin koruyuculuğunu üstlenmiştir.28
Çin el ele olan Rusya’nın Ortadoğu Politikası
Rusya’nın Çarlık olarak kurulmasından Soğuk Savaş yıllarına kadar ki dönemde her zaman sıcak denizlere inme politikası güncel kalmıştır. Bu politika çerçevesinde Rusya’nın güneyinde bulunan Osmanlı İmparatorluğu ile birçok kez mücadelelere girişmiştir. Rusya, Çarlık Rusya döneminden Soğuk Savaş yılları da dâhil olmak üzere geçen bu sürede Boğazlardan ve Kafkasya üzerinden Anadolu’dan toprak parçaları istemiştir. Böylece Akdeniz’e ulaşarak bu bölgede etkin bir güç olmayı amaçlamıştır. Ayrıca Ortadoğu üzerinden Basra Körfezi’ne ve Hint Okyanusu’na ulaşmak Rusya’nın bu politikasının bir parçası olagelmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Fransa’nın bıraktığı Ortadoğu’ya ABD’nin hâkim olmak istemesi ve Rusya’nın çevrelenme endişesi Rusya’nın bu bölgeye dikkat çekmesine neden olmuştur. ABD’nin bu bölgeye hâkim olması demek Rusya açısından siyasi, ekonomik ve güvenlik konularında endişe verici bir durum demekti.
Sovyetler Birliği’nin genel olarak bölgeye yönelik politikası ise; Batı’nın ve özellikle ABD’nin bölgedeki etkinliğini sınırlamak, bölgenin denetimini ele geçirmek, bir süper gücün ortaya çıkarak Sovyetler Birliği’nin güvenliğini tehdit etmemesini sağlamak,
bölgenin güç dengesinin bozulmasına izin vermemek, petrolün sevkinin sürekliliğini sağlamak.29
Sovyetler Birliği, Ortadoğu’daki ülkeler ile Batılı ülkeler arasında ne zaman bir kriz yaşansa hep Ortadoğulu ülkelerin yanında yer almıştır. Böylece SSCB, bölgede Batı’nın etkinliğini sınırlamak istemiştir. Sovyetler Birliği’nin bölgede etkinliğini artıran en büyük kriz ise 1956 yılında yaşanan Süveyş Krizi olmuştur. Nasır’ın başında bulunduğu Mısır’a İngiltere, Fransa ve İsrail’in saldırması ile yaşanan krizde Sovyetler Birliği, Nasır’a tam destek vermiş ve savaşan devletlere ültimatom vermiştir. SSCB bu sayede Nasır yönetimindeki Mısır’ı yanına çekebilmiştir.30
Sovyetler Birliği, Ortadoğu’da etkin olmaya çalışırken bölge ülkeleri arasında denge politikasını benimsemiştir. SSCB, bölgede güç dengesinin korunmasını ulusal çıkarları açısından önemli buluyordu. Hem Irak’la hem de İran’la olan ilişkilerinde tarafsızlığını korumaya çaba gösteriyordu. SSCB, Afganistan’ı işgal ettiğinde İran’ın Afgan mücahitleri desteklemesine karşı çıkarken İran-Irak Savaşı’nda Tahran yönetimine yardımda bulunuyordu. Irak ile 1972’de 15 yıllık Dostluk ve işbirliği anlaşması bulunmasına rağmen ilişkilerin soğuması üzerine bu kez Suriye ile 20 yıllık aynı türde bir anlaşma imzalamaktaydı.31
Ortadoğu’da İsrail Devleti’nin kurulması ile baş gösteren Arap İsrail savaşları’nda iki süper gücün karşılaşma alanları olmuştur. ABD’nin İsrail tarafını tutan politikaları uygulaması Arap devletlerini Sovyetler Birliği’ne yakınlaştırmıştır. SSCB’nin Arapları desteklemesinde hem petrol gibi doğal zenginliğin olması hem de Arapların nüfus çoğunluğu ve stratejik bir coğrafyada yer alması da etkili olmuştur. SSCB, Haziran 1967’deki Arap-İsrail Savaşı’nda uyguladığı politikalar neticesinde bölgede etkinliğini artırmaya devam etmiştir. Mısır, Suriye ve Cezayir’de deniz üstleri kuran Sovyetler Birliği, Akdeniz’de büyük bir donanma kurmuştur. SSCB, bölge ülkelerine ekonomik yardımların yanı sıra askeri yardımlarda bölge ülkelerine ekonomik yardımların yanı sıra askeri yardımlarda bulunmaya başlamıştır.32
Sovyetler Birliği’nin 1970’li yıllardaki Ortadoğu politikasında bir takım değişimler meydana gelmiştir. Sovyetler Birliği bu dönemde bölge ülkeleri siyasi ilişkiler daha çok ekonomik ve askeri ilişkilere ağırlık verilmişti. SSCB, İran ile 1967–78 yılları arasında 1 milyar dolarlık silah satımı anlaşması yapmıştır.67 Ayrıca bu dönemde petrol de ekonomik ilişkilerde etkili bir araç olmuştur. 1973’deki petrol krizinde SSCB, Arapların uyguladığı ambargoyu desteklemekle birlikte kendi ülkesindeki petrolün sevkinin sağlanması için Amerika ile anlaşma yapmaya çalışmıştır. Bu davranışı Arapların tepkisine neden olsa da SSCB’nin güçlü olması gerektiğini ileri sürerek bu tepkileri yatıştırmayı amaçlamıştır.33
Sovyetler Birliği, Ortadoğu’daki ülkelerden İran ve Irak dışında Suudi Arabistan, Kuveyt ve özellikle Suriye gibi ülkelerle de ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Fakat Suudi Arabistan ve Kuveyt’in daha çok batılı ülkelere yakın olması ve onlarla ticari, askeri ilişkilerini geliştirmesi SSCB açısından pekiyi olmamıştır. SSCB’nin bu iki ülke ile ilişkileri sınırlı seviyede kalmıştır. Suriye ise SSCB’ye daha yakın durmuş ve hem askeri hem de ticari anlamda ilişkilerini geliştirmiştir. Özellikle SSCB’nin Irak ile 1980’li yıllarda başlayan ilişkilerdeki soğuma neticesinde Suriye ile SSCB 1980’de 20 yıllık Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzalamıştır.34
Rusya, SSCB’nin dağılması ile oluşan kötü etkileri üzerinden atmaya çalışırken hem ekonomide hem de uluslararası siyasette etkin olmaya çalışıyordu. Vladimir Putin’in yeni Rusya Başkanı olmasından sonra bu amaçlarına ulaşmak için çalışmalara hız vermiştir. Putin’in Ortadoğu’da öncelik verdiği ülkeler Türkiye, İran ve Irak olmuştur. Bu iki ülke Orta Asya ve Transkafkasya ile sınır komşusudur. Ayrıca bu ülkeler adı geçen iki bölgede de Rusya ile rekabet edebilecek olması Moskova’yı endişelendirmektedir. Fakat Türkiye ve İran, Rus ekonomisi içinde gereklidir. Bu iki ülke Rusya’nın ticari ortaklarıdır. Putin’in ikinci derecede önem verdiği ülkeler ise Suudi Arabistan ve İsrail’dir. Suudi Arabistan ile petrolde ortak gibi gözükmelerine rağmen Çeçenistan konusunda ayrı düşmektedirler. İsrail ile Rusya’dan buraya göçen Rusça konuşan 1 milyon İsrailliden dolayı yakın kültürel işbirliği vardır.35
Putin’in başkanlığındaki Rusya tekrar eski günlerindeki süper güç olma yolunda girişimlerde bulunmaktadır. Putin orta vadede İsrail-Filistin sorununda bir çözüme ulaşmak için çalışan “Dörtlü” (ABD, Rusya, AB ve BM) gruba katılarak veya 2. Irak Savaşı öncesi BM’deki veto gücünü kullanma tehdidinde bulunarak ABD’ye Rusya’nın hala uluslararası politikada önemli bir aktör ve ABD’nin dikkate alması gereken bir faktör olduğunu göstermeye çalışmıştır.36
Putin, 2006 yılında Mısır, İsrail ve Filistin’e 2007 yılı başında da Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün’e düzenlediği gezilerle Ortadoğu’nun Rusya açısından önemli olduğunu vurgulamıştır. Putin’in Ortadoğu gezisinde başta petrol, doğalgaz ve silah satışı gibi konular gündemde olsa da bu ilişkiler Rusya’nın bölgede artan siyasi ağırlığının göstergeleri olmuştur.
. Suriye ve Ortadoğu konumu
Asya Kıtası’nın batısında bulunan ve bir Ortadoğu ülkesi olan Suriye, kuzeyden
Türkiye, doğudan Irak, güneyden Ürdün, güneybatıdan Filistin ve İsrail ile batıdan
Akdeniz ile çevrilidir. Resmi adı “El Cumhuriyet ül Arabiyye es Suriye” olan Suriye
Cumhuriyeti coğrafi olarak stratejik bir konumdadır.
Suriye’nin bu konumda bulunmasının iki nedeni vardır. Bunlardan birincisi mihver bir coğrafi konuma sahip olması yani kuzeyden güneye Türkiye ile petrolce zengin Arap yarımadası arasındaki baslıca bağlantıyı teşkil etmesi, doğudan batıya ise Irak ile Mısır arasındaki koridoru meydana getirmesidir.İkinci neden ise Arap ve Slav dünyasında dini, kültürel ve entelektüel bir merkez ve politik fikir ve akımların kaynağı olmasıdır.37
Tarih içerisinde Suriye bölgesi çeşitli adlarla anılmıştır. Mısırlılar bölgeyi Retenu
olarak adlandırırken, bu ad Tevrat’ta Lotanu ve Rotanu olarak ifade edilmiştir. Arap tarihi
kaynaklarında da bölge Sam ve Dımask olarak geçmektedir. Sam, Asurca’da Dimaski,
Timasgi olarak zikredilmiştir.38
Bernard Lewıs’e göre Suriye adı ilk kez Yunan tarih ve coğrafya metinlerde görülür. Daha sonra Suriye adı Roma yönetimi tarafından eyalet adı olarak kullanılmıştır.39
Bölge Slav hakimiyeti altına geçtikten sonra “Bil-ad Sam” veya “el-Sam” olarak isimlendirilmiştir. Suriye adının tekrar kullanılması 19. yüzyılın Batılı devletleri tarafından olmuştur. Bölgede Suriye adıyla bir devlet kurulması ise 1925 tarihinde gerçekleşmiştir.40
Suriye, beşeri ve ekonomik hayatı bakımından oldukça karışık bir ülkedir. Beşeri
hayatındaki bu çeşitlilik siyasi hayatındaki istikrarsızlığın belki en önemli sebeplerinden
biridir.41
Suriye’nin bulunduğu coğrafi durum nedeniyle Mısır’ın güvenliği Suriye’ye,
Suriye’nin güvenliği ise Mısır’a bağlı olduğu gibi Anadolu’nun güvenliğinin Suriye’ye
bağlı olması da, Mısır ve Anadolu’da kurulan tüm devletler için Suriye’ye sahip olmak en
büyük amaç olmuştur. Suriye’nin coğrafi ve stratejik önemini Patric Seale söyle ifade
etmiştir; “Suriye üzerinde doğrudan bir hakimiyete sahip olmadıkça hiç kimse
Ortadoğu’yu kontrolü altında tutamaz.”42
Suriye’nin de dahil olduğu “verimli hilal” diye bilinen bölge, geçmiste sık sık Araplar, Kürtler, Moğollar ve Türkler gibi çeşitli halkların istilasına uğramış ve aşiretlere veya kişilere bağlı bir hareketliliğin her zaman merkezi olmuştur.43
Suriye’de yasayan halkın etnik yapısı hem kaynak hem de dini inançlara bağlılık açısından çok karışıktır. islamiyetin Suriye’de yayılması sonucunda halkın çoğunluğu islamiyeti kabul etmiştir. Ancak Suriye halkı arasında yine birlik oluşmamıştır.
Aynı şey Hıristiyanlar içinde geçerlidir. Onlarda Müslümanlar gibi çeşitli mezheplere
bölünmüşlerdir.44
Suriye, rejim sorunlarının, savaşların, çıkar çatışmalarının, geri kalmışlığın ve
genelde demokratik olmayan yönetimlerin yer aldığı; sahip olduğu petrol kaynakları ve
dünyayı sürekli meşgul eden olaylarıyla Ortadoğu’nun önde gelen devletlerinden birisidir.
Uzun süreli yabancı yönetimlere rağmen, Arap kimliğini koruyabilmiştir. Bir Ortadoğu
devleti olarak Suriye, bölgedeki genel sorunlar ile iç içe gibidir. Bu sorunların büyük
kısmına, bir şekilde taraf durumdadır.45
Filistin ve İsrail Ortadoğu konumu
Ortadoğu stratejik bir konumda bulunmaktadır. Üç kıtanın birleştiği, petrol kaynaklarının en verimli olduğu, yine üç semavi dinin merkezi olduğu bir coğrafyadır. Buna benzer temel birçok neden den dolayı bölge, dün nasıl uluslar arası politikanın gündemini belirlemeyi ve bir çok çatışmanın alanı olmayı sürdürmüşse gelecekte de benzer bir tabloya sahip olacaktır. Dünya üzerinde hakim olan güçler, çıkarları gereği Ortadoğu’yu kontrol altında tutmak isteyeceklerdir. Bunun yanında bölgede kurulan güç dengesi sistemini değiştirmeye çalışan güçlerde her zaman var olacaktır.
Ortadoğu krizi çerçevesinde Filistin ve İsrail sorununun kökenleri üç semavi dinin bölgede ortaya çıkmasıyla filizlendiği görülmektedir. Bölgede uzun yıllar Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler arasında zaman zaman birbirleriyle savaşmışlardır. Bugünkü Ortadoğu ve Filistin sorununun başlangıcı ise bölgede 1. ve 2 dünya savaşları ve onu izleyen güçler dengesinin zamanla değişmesi ile hızlanmış, savaş dönemi ve sonrasında ulus ve devlet olamayan Arap ve Yahudi toplulukların aynı dönemlerde ulus ve devlet olma çabaları sürecinde menfaatlerinin çatışmasından kaynaklanmıştır.
Yahudiler, yapıları ve kökenleri ulus olma yolunda Arap’lara göre daha elverişli olmaları sebebiyle ve uluslar arası politika ve platformlardaki desteklerini de sağlayarak 14 Mayıs 1948 tarihinde İsrail devletini kurmuşlardır. Bölgede bulunan Arap devletleri ise politik, siyasi ve devlet kültürü açısından son derece zayıf ve halkın desteği olmayan yönetim biçimleriyle İsrail ile çatışma içinde olmaları yanında hem kendi aralarında hemde diğer bölge ülkeleri ve dünya ülkeleri arasında bir konsensüs sağlayamamışlardır.
Orta Doğu ve İslam’ın siyasi tarihine bakıldığında bu bölgenin savaşlar ve anlaşmazlıklarla dolu olduğu görülmektedir. Osmanlı’nın son zamanlarında Arap Dünyası’nda kötü tecrübeler edinilmiştir. Yakın tarihte de Orta Doğu’da müslümanın müslümanı vurduğunu Irak-İran ve Irak-Kuveyt örneklerinde görülmüştür. Yani Arap Dünyasını birleştirmek için İslam dini bağlayıcı bir ortak nokta değildir. Arap ülkeleri arasında da mutlak bir Arap Birliği’nden söz etmek de imkansızdır. Yani Türkiye’nin kayıtsız-şartsız bağlanabileceği, her halikarda kendisini yalnız bırakmayacak bir Arap Dünyası gerçekte ortada yoktur. Bu nedenlerle de Türkiye, her an değişen ortama uyarak esnek bir biçimde Batı yanlısı, ekonomik ve teknolojik olarak gelişmiş bir durum sergileyen İsrail ile işbirliğine girmekten çekinmemektedir. Türkiye kendi Güney Doğu’sunda varolan tehlikelere karşı kendi sınırlarında bir emniyet yastığı oluşturmak zorundadır.
Türkiye, Orta Doğu’da olacak gelişmelere stratejik planlamalarını yerinde yaparak ve tutarlı bir çizgi tutturarak hazırlıklı olmalıdır. Orta Doğu’daki Sünni devletler yapısı her an değişebilir. İleride bu bölgede varolan ülkelerin yok olabileceği ve yenilerinin bu oyuna katılabileceği ihtimali olduğu gibi, ülkeler arasında kutuplaşmaların yaşanabileceği de çok büyük bir ihtimaldir.
Sorunlar toparlandığında aşağıdaki başlıklar ortaya çıkmaktadır.
•Bölgede su önemli bir ihtiyaçtır. Bu çerçevede Golan tepeleri sebebiyle İsrail ile Suriye arasında, Suriye ile Türkiye arasında anlaşmazlıklar vardır. Çözümde Türkiye kilit rol oynayabilecek bir konumdadır. Suriye-İsrail-Türkiye üçlüsü ortak bir çıkar noktası bulabilecekleri zemin yaratılabilecektir.
•Arap ülkelerinin sosyo-ekonomik yapıları krizin devamlılığını sağlayacak niteliktedir. Bu ülkeler siyasi hegemonyalarının devamlılığı krizin devamlılığına bağlıdır. Ancak önümüzdeki yıllarda Arap ülkelerinin siyasi yapıları tabandan gelen baskılarla rejimleri değişebilir hatta bir çok devlet yok olup yerine yenileri gelebilir. Bu gelişme İsrail ile sorunların çözümünde anahtar teşkil edebilir.
•Bölge ülkelerinin ekonomik sorunları; Kişi başına düşen MG sorunların derinleşmesine neden olmaktadır. İsrail ekonomik açıdan bölgede en zengin ülke konumundadır. (İsrail 14400 USD, Suriye 1280 USD, Filistin 1200 USD, Ürdün 1390 USD, Mısır 730 USD…) Ekonomik bir pazar yaratılabilecek Ortadoğu Serbest Ticaret bölgesi çalışmaları ile bölgede kalıcı bir barış sağlanabilir. (Ortak ekonomik Menfaatler)
•Asya petrol kaynaklarının dünya pazarına girmesi ile enerji haritası genişleyecek ve bu bölgede barışı sağlayabilecek zemin daha kolay hazırlanabilecektir.
•Bölgedeki radikal İslamcı terör örgütlerinin en önemli destekçisi İran da rejim yumuşamaya başlamıştır. Zaman içerisinde başta İran olmak üzere zengin Arap ülkelerinin rejimlerinin değişmesi sonucu destekleri zayıflayacak ve barış daha kolay temin edilebilecektir.
•Bölgenin dini yapısı önemli bir kriz nedenidir. Üç semavi dinin bu bölgede ortaya çıkmış olması toplumların Ortadoğu’yu tarihi bir miras olarak görmelerine ve bölgeye tek başlarına hakim olmalarını istemelerine neden olmaktadır. Ekonomik ve politik uzlaşmalar ve Özellikle Arap ülkelerinin rejim değişimleri, Terörden bıkan İsrail halkının zaman içinde uzlaşma konusundaki eğilimleri ile bu zorun zaman içinde çözüme ulaşabilmelerini sağlayabilecektir.
İran, Hazar, Orta Asya ve Körfez siyasetinde öncelikle ekonomik gücünü artırma yoluna gitti. 1991 Aralık ayında Rusya ile anlaşarak, İran ile Orta Asya arasında bir demiryolu hattı kurulmasını kararlaştırdı. Bu yolla Orta Asya pazarı İran üzerinden Körfez’e açılmış olacaktı. Aynı çerçevede İran, karayollarını da güçlendirdi. Afganistan’daki iç savaşın sürmesi, Pakistan ve Türkiye’nin Orta Asya’ya ulaşmasında İran’ı vazgeçilmez ülke haline getirdi. Bu yüzden Pakistan, İran ve Türkiye arasında bir bölge ortak pazarı oluşturulması gündeme geldi. Takiben Türkiye ve Pakistan’ın önerisiyle Afganistan ve Azerbaycan’ın da bu ittifaka dahil edilmesi düşünüldü.
İran, Kazakistan ve Türkmenistan doğal gazı ile petrollerinin dünya pazarlarına ulaştırılmasında önemli bir konuma yükseldi. İran bölgeye yönelik olarak radyo yayınlarına başladı ve özellikle Tacikistan ve Afganistan’da camiler ve okullar yapılmasına destek oldu. 1992 yılı sonunda İran bu iki ülke ile kültür birliği kurma ve Farsça’yı geliştirme faaliyetine girişti. İran hükümeti 1992 Kasım ayında Orta Asya ülkeleri ile kültürel işbirliği anlaşması imzaladı.
İran, Hazar’a ortak kıyısı olan Rusya, Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan ile siyasi ve ekonomik işbirliğine zorunluydu. Ancak Azerbaycan ile ilişkileri oldukça nazik bir noktada toplanmıştı. Ülkede % 30’u aşan Azeri ve Türk nüfus İran’ın en büyük korkusuydu. Özellikle Kuzey’de toplanan Azeriler milli bir uyanışa yöneldikleri takdirde Kuzey ve Güney Azerbaycan’ın birleşmesi kaçınılmazdı. Böylece Türkiye ile ortak sınırını kaybedecek olan İran, tümüyle Körfez ülkesi haline gelerek Hazar ve Orta Asya üzerindeki etkinliğini tamamen yitirmiş olacaktı. Bu yüzden İran, Azerbaycan ile ne çok soğuk ne çok sıcak ilişkilere girmedi. Örtülü olarak Azerbaycan aleyhindeki her türlü girişimi destekledi. 1997 yılı başlarında Rusya’nın Ermenistan’a, Azerbaycan ve Türkiye’ye yönelik olarak kullanılacak olan nükleer başlıklı S-125 füzeleri verdiği belirlendi. Satılan füzeler İran üzerinden taşınmış ve İslamcı İran’ın kimlerle müttefik kimlerle düşman olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştı.
Hazar ve Orta Asya siyaseti çerçevesinde İran, özellikle sınır komşularındaki İslamcı hareketlere yönelik olarak oldukça dikkatli bir siyaset izlemeyi tercih etti. Bu ülkelerdeki İslamcı hareketleri, kendisini zor durumda bırakacak şekilde açıktan desteklemekten kaçındı. İran’ın Körfez siyasetinin temelinde, Körfez ülkelerinde önemli bir halk çoğunluğu olan Şiileri örgütlemek ve önce kuvvetli bir muhalefet hareketi, ardından da o ülkelerde iktidar yapmaktı.
İran’ın Ortadoğu siyasetinin temelinde ise Suriye ile işbirliği vardı. Hizbullah ve İslami Cihad gibi örgütlerle Lübnan’da etkin bir faaliyet sürdüren İran, Suriye aracılığı ile Sovyetler Birliği, Yunanistan ve Çin’den de silahlanma ve stratejik işbirliği açısından önemli destek görüyordu. İran’ın Orta Asya, Kafkasya ve Hazar, Ortadoğu ve Körfez siyasetinde Rusya ile olan ortak yararları Suriye işbirliğini yüzde yüz gerekli kılıyordu.
İran, her ne kadar bir İslam Devrimi gerçekleştirdiğini iddia etse de, -Şia da olsa- İslam’ı, Fars siyasetine vasıta kılmıştır. Halk genelinde mezhep taassubunu o derece güçlendirmiştir ki, Azeri de olsa diğer etnik temele dayanan insanlar bu Fars siyasetini idrak etmekten son derece uzaktır. Mezhep ve Molla hakimiyeti devam ettiği sürece İran rejimi, din kaynaklı bir darbeye kesinlikle kapalıdır. Sadece ılımlılar ile sertlik yanlılarının iktidardaki nöbet değişimlerine şahid olunabilir. Zira, İranlılık kimliğinin dayandığı Fars ve İmamiye kültürü bir anlık heyecan veya sosyal tepkinin değil, tarihsel temellere dayalı bir birikimin eseridir. İran rejiminin bilinen ve beklenenin aksine sadece etnik temele dayalı bir kargaşayla yıkılacağı kanaatindeyiz. Bu da yakın bir gelecekte Azeri kimlik arayışı ile kendini gösterecektir.
Emrah BEKCİ
Araştırmacı Yazar
KAYNAKLAR
1 Kona, Gamze G. “Ortadoğu’nun Yeni Sınırları”, Tusiad, http://www.tusiad.org/yayin/gorus/55/6.pdf (21–07–2006)
2 Çevik H. 2005; Uluslararası Politikada Ortadoğu, Konya: Nüve Kültür Merkezi Yayınları, s. 13. Turan Ö. 2002; Tarihin Başladığı Nokta Ortadoğu, İstanbul: Step Ajans, s. 15.
3 Dursun D. “Ortadoğu Neresi? Sübjektif Bir Kavramın Anlam Çerçevesi ve Tarihi”, Stradigma, http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_01.html (15–02–2007). Davutoğlu A, 2004;Türkiye’nin Uluslararası Konumu Stratejik Derinlik, İstanbul: Küre Yayınları, s. 130.
4 Dursun, http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_01.html (15–02–2007)
5 Çevik, Ortadoğu, s. 14.
6 Dursun, http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_01.html
7 Davutoğlu, Stratejik Derinlik, s. 129.
8 Özdağ M. İlkbahar 1999; “ Orta Doğu’da Yaşanan Durum ve Yakın Gelecek Üzerine Değerlendirmeler ”, Avrasya Dosyası, V, s. 10.
9 Grash, A. Dominique, V. 1991; “Orta Doğu Mezopotamya’dan Körfez Savaşına”, Çev. Hamdi Türe, İstanbul: Alan Yayıncılık, s. 40.
10Arı T. 2005; Geçmişten Günümüze Ortadoğu, İstanbul: Alfa Yayınları, s. 25.
11 Turan, Ortadoğu, s. 17.
12 Arı, Ortadoğu, s. 27.
13 Öztürk, Osman M. 1997; Türkiye ve Orta Doğu, İstanbul: Gündoğan Yayıncılık, s. 40.
14 Arı Irak, İran ve ABD, s. 218.
15 Çevik, Ortadoğu, ss. 105–106.
16 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 218.
17 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 219.
18 Taylor A.1999; The Superpower and The Middle East, New York: Syracuse University Pres, s. 57.
19 Çevik, Ortadoğu, s. 106–107. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, s. 442.
20 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 219.
21 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, s. 503.
22 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih.
23 Kissinger H. 2004; Diplomasi, Çev. Kurt İbrahim H. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, ss. 599–618.
24 Çevik, Ortadoğu, s. 137.
25 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 293–294.
26 Çevik, Ortadoğu, s. 140.
27 Arı Irak, İran ve ABD, ss. 313–319.
28 Arı, Irak, İran ve ABD, s. 286.
29 Çevik, Ortadoğu, ss. 136–137.
30 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 286–287.
31 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 222–223.
32 Arı, Irak, İran ve ABD, 224. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarih, ss. 501–503.
33 Arı, Irak, İran ve ABD, ss. 224–225.
34 Freedman, Robert O. 2004; “Putin Döneminde Rusya’nın Orta Doğu Politikası”, Der. Aras B. Irak Savaşı Sonrası Ortadoğu, İstanbul: Tasam Yayınları, s.61.
35 Freedman, “Putin Dönemi”, Irak Savaşı Sonrası. 22
ABD’nin tek kutuplu dayatmaların karşı koyan bir söylem geliştirmesi, Rusya’yı Ortadoğu’da daha aktif bir siyaset izlemeye sevk etmektedir. Bu açıdan, İsrail-Filistin çatışması, Lübnan savaşı ve İran, Suriye, ABD arasındaki gerginlik Moskova açısından ekonomik ve siyasi olarak bölgede tekrar güçlenmesine neden olan başlıca etmenlerdir.72
36 Dağı Z. http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=500881. Ayrıca http://www.ufukcizgisi.org/index.php?in=60&p=1794 (13–05–2007)
37 Nasır Niray, “Bölgesel ve Kültürel Gelismeler Isıgında Ortadogu’da Olusan Siyasal Gelismeler ve
Türkiye’nin Yeri” Birinci Ortadogu Semineri Bildirileri , s.10.
38 Yavuz, a.g.e.,s.43.
39 Memis, a.g..e,s.249.
40 Haluk Ülman, “Türk Dıs Politikasına Yön Veren Etkenler I , Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Dergisi, C.49, S.1- 4, (1994), s.266-267.
41 Kocaoglu,a.g.e.,s.175.
42 Erciyes, a.g.e.,s.16.
43 Ömer Osman Umar, Osmanlı Yönetiminde ve Fransız Mandası Döneminde Suriye’de Arap
Bagımsızlık Hareketleri (1908-1938) Yayımlanmamıs Doktora Lisans Tezi, (Elazıg : Fırat Üniversitesi,
1999), s. 1.
44 Aynı,s.35.
45 Ömer Osman Umar, Türkiye-Suriye liskileri (1918-1940) ( Elazıg : Fırat Üniversitesi Yayınları, 2003),
s.1.
46 Sami Öngör, Ortadogu (Ankara,Sevinç Yayınevi, 1965), s.211.
47 Umar, Osmanlı Yönetiminde ve Fransız Mandası Döneminde Suriye’de Arap Bagımsızlık
Hareketleri (1908-1938), s.2.
48 Nicolas Van Dam, Suriye’de ktidar Mücadelesi (stanbul: letisim Yayınları, 1996) ,s.18.
49 Haluk Ülman, 1860-1861 Suriye Buhranı (Ankara : Sevinç Matbaası,1966),s. 5-6.
50 Erendil,a.g.e.,s.51-53.
İlginize teşekkürler
Trakyen yarımadası Tayfur köyünde Trakyenlerden günümüze tarih
Çanakkale Trakyen yarımadası ( Thracian Chersonesos) Tayfur köyü mübadele Türklerinin Rumlardan kalma köyüdür. Kaya oyma Trakyen …
Gelibolu Karainebeyli Kalaycı dede antik alanı
Kalaycı dede antik alanı Gelibolu Karainebeyli köyü Kara Nebi antik mezarlığı yakınındadır. Kalaycı dede antik …