Memun, 832’de Beytü’l-Hikme (Bilgelik Evi) adlı bir akademi kurdu. Burada Yunanca, Süryanice, Farsça ve Sanskritçe yapıtlar Arapça’ya çevrildi.

Ev / Bilim Haberleri / Memun, 832’de Beytü’l-Hikme (Bilgelik Evi) adlı bir akademi kurdu. Burada Yunanca, Süryanice, Farsça ve Sanskritçe yapıtlar Arapça’ya çevrildi

Memun, 832’de Beytü’l-Hikme (Bilgelik Evi) adlı bir akademi kurdu. Burada Yunanca, Süryanice, Farsça ve Sanskritçe yapıtlar Arapça’ya çevrildi.

Abbasi İmparatorluğu’nun, Bağdat’a altın günlerini yaşatan halifelerinden El Memun, 786’da doğdu. Anne tarafından İranlıydı. İyi bir din ve felsefe eğitimi alan Memun, akılcılığı benimseyen Mutezile öğretisine bağlıydı. Mutezile bilginleri, akla başvurma yöntemlerini Eski Yunan ve Helenistik dönem filozoflarından almışlardır. Memun, Tanrı’nın zatından ayrı sıfatları olamayacağını öne süren, özgür iradeyi ve kişinin kendi eylemlerinden bütünüyle sorumlu olduğunu vurgulayan Mutezile öğretisini de halkına benimsetmeye çalıştı.
Memun’u diğer halifelerden ayıran özelliği Antik Yunan’dan bu yana en etkili felsefe ve bilim hareketini Bağdat’ta başlatması oldu. Memun, 832’de Beytü’l-Hikme (Bilgelik Evi) adlı bir akademi kurdu. Burada Yunanca, Süryanice, Farsça ve Sanskritçe yapıtlar Arapça’ya çevrildi. Halife eski bilimsel çalışmaları bulup getirsinler diye elçilerini uzak diyarlara gönderdi.
Örneğin, Bizans’tan, o zaman değin İslam ülkelerinde bulunmayan önemli yapıtların yazmaları getirtildi. Bilgelik Evi’ndeki çevirmenlerin çoğu Hıristiyan kökenliydi. Buraya Bizans, İran ve Hindistan’dan akan bilgilerin Arapça’ya çevrilmesi tam bir sektör haline gelmişti. Bu çevirilerin sonraki yüzyıllarda Endülüs üzerinden Avrupa’ya girmesiyle orada aydınlanmanın fitili yakılacaktı.
Memun’un diğer dinlere karşı sergilediği açıklık ve hoşgörü sayesinde imparatorluğun dört bir yanından bilginler Bağdat’a akın etmeye başladılar. Her gelen misafire yemek ve şarap sunuluyor, daha sonra da dinden matematiğe kadar hemen her konuda tartışmalar yapılıyordu. Memun’un kelâm bilgisi ona Hıristiyan ve Yahudi bilginlerle dini konuları tartışma olanağı verdi ki, bu insanlar Sokrates, Platon, Aristo’nun fikirlerini zaten biliyor ve tartışıyorlardı.
.

.
Memun, Abbasi ordusuna yenik düşenlerden savaş tazminatı olarak sadece altın değil değerli yazılı eserleri de istiyordu. Halife, dünyanın bütün kitaplarını tek bir çatının altında toplayıp onları Arapça’ya çevirmek gibi bir hayalin peşindeydi. Böylelikle Abbasi İmparatorluğu’ndaki bilginler de bu kaynaklardan yararlanabilecekti.
Memun hocası olan ve aynı zamanda o dönemde Mûtezilenin lideri olan Ebû’l Huzeyl el-Allâf’dan çok etkilenmiş ve bu etkiyle iyi bir Mûtezile temsilcisi olmuştu. Memun  Mûtezile’yi iktidara taşıyan  şahıstı ve iktidara geçince Mûtezilî hocasından öğrendiği Mûtezilî düşünceyi devletin resmi ideolojisi olarak halka sunmayı ve bu şekilde halkı aydınlatmayı düşünmüştü. Böylece Mûtezile, muhalefet yıllarında savunduğu projeleri, Memun’un  iktidarı ele geçirmesiyle birlikte, uygulamaya başladı.
Etrafında aklı ön plana alan rey mensubu fıkıhçılar ve Mûtezilî yorumu benimseyen kelamcılar bulunan Memun’un en önemli projesi Beytü’l-Hikme idi. Bu proje ile bir çok dilden felsefi ve bilimsel tercümeler yapılacak ve bu yeni fikirlerle halk hem hurafelerden hem de aklı arka plana bırakan ve zahirî Nâssa dayanan bir düşünce yapısından  kurtulacaktı. O, bu gayretleriyle uzun süredir insanı nesneleştiren düşünce yapısına karşı, aklı ve insanı tekrar devreye sokma çabasındaydı.
Memun, taklitçi, eski bilgileri olduğu gibi kabullenen, yeni bir şey üretmeyen bir zihin yapısından (mükevven akıl) çok; üretici, sorgulayan, oluşturucu (mükevvin akıl)bir zihniyetin gelişmesini  istiyordu. Bu anlayış Müslümanları  pasif bir nesne olma yerine, aktif bir özne olma konumuna getirecekti.
Ayrıca Sasanî kültürel yapısının Müslümanlar üzerindeki olumsuz etkilerini de  fark eden Memun bu kültürel saldırıya karşı savunmasız duran Müslümanların zihinsel yapılarını, gereken bir şekilde koruma yolunun ancak Beytü’l-Hikme gibi bir kurum ile olabileceği  kanaatindeydi.
Memun’un kurduğu ve çok önem verdiği Beytü’l-Hikme kurumunda, bir ilim merkezine yakışan kurallar yerleştirilmişti. Siyasî baskı altında ilmî faaliyetlerin gelişemeyeceği düşünülerek hiçbir siyasî baskı uygulanmıyordu. Buradaki özgürlük ortamına bakarak siyasî bir yönlendirme olmadığını da rahatlıkla  anlayabiliriz. Herhangi bir mezhebî kaygı bulunmuyordu. Bu merkezde ilim ruhunun hakim olduğu, mutlak manada ilim, inanç ve fikir hürriyetinin bulunduğu, her şeyin akıl ve mantık ölçülerinde gerçekleştirildiği, orijinalliğin, yaratıcı düşünce ve araştırmacı zihniyetin ödüllendirildiği aktarılmaktadır.
Burada Arapların aleyhine bir düşünce geliştirilebiliyor, hatta genel kabul gören İslamî yorumlara aykırı olsa bile bu fikirler kısıtlanmıyordu. Bundan dolayı bu kurum’a Hıristiyan, Nebatî, Yahudi, Süryanî, Sabî, Mecusî gibi değişik din ve kültürlerden insanlar akın ediyorlardı. Dünyanın farklı yerlerindeki değişik ilim dallarından bir çok bilim adamı bu özgürlüğü duyup buraya gelmişti. Burada görevlendirilenler için istenen kriter, siyasî ve dinî görüşlerinden çok ilmi yeterlilikti. Buradaki özgürlüğü ifade etmek için  gayrimüslim bir bilim adamı olan Thaumaturgos’un   şu sözlerini aktaralım. “Hiçbir konuyu incelememiz yasak değildi.Gizlenen saklanan bir şey yoktu. Her doktrin incelenebiliyordu. Bu konuda  tam bir güvenlik vardı. İlahî-Beşerî her şeyi araştırabiliyorduk”.  Bu güvenli özgürlük ortamı yüzlerce bilgini Bağdat’a çekti. Nesturîler, baskı altındaki Sabîler, sarp dağlara çekilen papazlar buraya gelmişti. Eğer, en ufak bir baskı olsa, bunlar burada toplanamazlardı.
Memun özgür fikrî tartışmaları seven birisi idi. O, huzurunda münazaralar yaptırıp bu tartışma sırasında  herkesin fikrini söylemekte  hür olduğunu söylerdi. Ona göre insanları doğruya iletmek kaba kuvvetle değil, fikirlerle olmalıydı.O, halkın görüşünün önemini değişik defalar söylemiş ve demokratik bir kişilik ortaya koymuştu  ve bu özgür düşünce yapısıyla beraber affedicilikte de ilerideydi. Birçok Bizanslı esiri serbest bırakmış, bir çok suçluyu affetmişti. O “eğer insanlar bendeki affediciliği bilselerdi bana suç işleyerek yaklaşırlardı.”  diyordu.


Hakkında admin

İlginize teşekkürler


1

Göçebe Türklerde el ölçü birimleri

Türkler tarihe daima göçebe millet olarak geçmiştir.. Asya Türkleri, Kazak, Kırgız, Moğol gibi göçebe Türkler …


türk yurdu

Güneş uygarlıkları Takvim ve Taman

Türklerin “Güneş kültürü” yaşamının bir çok tarihi örnekleri vardır. Bunlardan en önemlileri göçebe yurtlarıdır Tarih …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


 


*


Hakkında antikor